15 Mayıs 2012 Salı

'Kadınlar ve Yalnızlıkları' adlı yazı...

Bu sabah işe geldim mesaiye daha var diyerek nette geziniyordum... Gazeteler, günlük yazılar, burç yorumları derken bir sitede aşağıdaki yazıyı okudum ve çok beğendim. Aslında bloğlarda copy-paste olayını sevmiyorum ama. Bu seferlik olsun diyorum.






Özellikle son 15 yılda, kadınlar daha fazla yalnız ve mutsuz olmaya başladı. Çok fazla kadın kendi parasını kazanıyor, ayakları üstünde duruyor, kimliğini ve bedenini keşfetti. Cinsel kimliğini sorgulayabiliyor. Ancak yine pek çok kadın sevgi dolu bir ilişkinin özlemi içinde ve yatağa yalnız giriyor.

Yürümeyen evlilikler, tek başına çocuk büyütüp hayatın yükünü omuzlamak zorunda kalan yalnız anneler, bekarlar, sevgi arayanlar, bulduğunu zannederek her seferinde hayal kırıklığı yaşayanlar…

Erkek egemen toplumdan, kadın egemen topluma doğru dönüşüyoruz. Daha fazla sahnedeyiz, daha çok katılıyoruz ve üretimin içindeyiz. Ancak bu egemenliğin bedelini ödüyor gibiyiz. Bir erkek arkadaşım şöyle bir cümle etmişti: “Kadınlar iktidara oynadı ve kaybettiler!” Gerçekten iktidara oynadık ve kaybettik mi?

Tarih, erkeklerin kadınlara olan aşkları için yaptıkları kahramanlıkları anlatan pek çok hikaye ile doludur. İlkel çağdan, şövalyelere, oradan günümüze kadar kadının kalbini kazanmak ve ruhunu fethetmek için verilen mücadelenin kitaplara geçmiş anılarını bulmak mümkündür.

Peki, ne oldu da, artık erkekler kadınları kazanmak için hiçbir harekette bulunmak ihtiyacı hissetmiyorlar? Bu konuda en önemli nokta, nüfus oranıdır. Erkek nüfusu, kadın nüfusuna göre fazla olduğu zaman, kadın seçim yapma hakkına sahiptir. “Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır” atasözü gibi, kadının seçme hakkı olduğunu bildiren pek çok söz kulağınızdadır. Ancak şimdi durum böyle değil!Kadın ve erkek nüfusu eşit seviyeye geldiğinde, sanılanın aksine, her erkeğe bir kadın düşmez. Yani, bu matematiksel olarak doğru olabilir ancak pratikte geçerli olmaz.

Erkek ve kadının, birbirlerini seçmelerinin bilinçaltında yatan en önemli sebebi, üremedir! Erkek, kendisine en iyi evladı doğuracağını düşündüğü kadını seçer. Bu durumda yaş ve doğurganlık, bedensel görünüm gibi kriterler devreye girer. Yaşı ilerledikçe erkeklerin daha genç kadınlara ilgi duymasının sebebi budur. Genetik kodumuz ve bilinçaltı kodlanmamız, üremeye ve neslimizi devam ettirmeye ayarlıdır. Genç olan toprak, yani kadın, daha iyi ve sağlıklı çiçek, yani çocuk verecektir.

Kadının da kodlamaları farklı değildir. Onun da, çocuğunu doğurabilmek için en iyi sperme ihtiyacı vardır. Bu yüzden, karşısına çıkan erkekler içinden, kendince en iyi sperme sahip olduğunu düşündüğü kişiyle birleşmek isteyecektir.

Bu tabloya göre, birinci şart; erkek oranının fazla olması ve kadına talep olmasıdır. Kadının nesline en iyi evladı doğurabilmesi için seçim yapma şansının olması gerekir. Günümüzde bu şart ortadan kalkmıştır çünkü erkek oranı eşit olduğundan talep azalmıştır.

Erkeğin, kendine en uygun eşi seçebilmesi için, özellikle gençlik çağı bitip olgunluğa gelmiş bir erkek için, kendinden ortalama 8-10 yaş daha genç bir kadına ihtiyacı vardır. (bütün bu anlattıklarımın yüzyıllar boyu, tüm nesillerce bilinçaltında kodlanmış düşünceler olduğunu ve nesilden nesile geçtiğini unutmayın)

Bu durumda, belli yaş aralığındaki kadınlar, talep görmeyeceklerdir. O yüzden, nüfus oranı berabere olduğunda, matematiksel olarak herkese bir eş düşse de, pratikte öyle olmayacaktır.

Bütün bu olayların sonucu, günümüzde kadının kendini yalnız ve ilişkiden yoksun hissetmesine sebep oluyor. Talep görmediğini düşünen kadın, kendini göstermek için dişiliğini daha fazla öne çıkarmaya, giyimi ve tavrıyla gittikçe daha fazla seks objesi haline dönüşmeye başlıyor. Karşısına çıkan ilk erkeğe razı oluyor ve bilinçaltı kriterlerine uysun, uymasın, kendini duygusal olarak o kişiye bağlıyor.

Rollerin değiştiği bu yüzden doğrudur. Şimdi erkek seçen konumuna geçmiştir ve içgüdüsel olarak çok eşliliğe zaten yakın duran erkek, seçim yapmak yerine daha fazla toprağa tohum ekme şansını kullanır olmuştur.

İlişkilerin alacağa karanlığını yaşadığımız bu dönem ne zaman geçer, ne zaman eski düzene dönülür veya dönülür mü? Bilemem! Ancak kadının, yaşadığı şartları iyi algılaması ve ruhunu, bedenini korumaya alması gerektiği çok açıktır.

Candan Ünal

2 yorum:

  1. İlişkilerin alacağa karanlığını yaşadığımız bu dönem ne zaman geçer, ne zaman eski düzene dönülür veya dönülür mü? Bilemem! Ancak kadının, yaşadığı şartları iyi algılaması ve ruhunu, bedenini korumaya alması gerektiği çok açıktır...
    istemediğin hayatı yaşamak kadar kötü bir durum yoktur çizimci kız..Yapmak istesende yapamıyorsun,cesaretin var ama gidecek yerin yok...

    YanıtlaSil
  2. Hangimiz hayalimizdeki hayati dortdortluk yasayabiliyoruz ki? Ancak hicbirsey imkansiz degildir mutlaka bir halcaresi vardir... Buna gercekten inanirsan olur...

    YanıtlaSil