29 Aralık 2011 Perşembe

Kadinlar Susarak Gider _Cemal Sureyya






Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için.
Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez.
Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der.
Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar.
Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir.
Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar.
Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar.
Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır.
Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma!
Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır.
Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez.
Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının.
Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur.
Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur. Kadın susarak gider!
En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir.
O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir.
Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir.
Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir.
Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir.
Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider.
Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır.
Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir. CEMAL SÜREYA

bu misralarin ustune yorum yapilmaz...

http://www.facebook.com/entellectuel

28 Aralık 2011 Çarşamba

uyandim ama nasil uyandim

Bu sabah icimde bir sizi ile uyandim... dis etlerimin sizladigini hissettim... Nefes alamadim... Ayaga kalkamadim, sonra ruya gordugumu hatirladim... Ruyamda bagariyodum msnden sil beni diye ciglik cigliga... Sonra beni siliyodu...

Aslinda son yarim saatim ise gec kalmsitim yinede zaman yaratip msn i actim...

Baktim...

SILMEMIS!!!
Keske silseydi benim yapamadigimi o yapsaydi...

Dünyanın ekseni 12 cm yerinden oynadı, sen bana 1 cm bile yaklaşmadın.

Savcı Esra: Niye geldin?

Behzat: Sen niye ağladın?

Savcı Esra: Geçti gitti boş ver..

Behzat: Çık çık çık… Geçmedi gitmedi, sen niye ağladın?

Savcı Esra: Behzat sen akıllı bir adamsın ama konu kadınlara gelince biraz salaklaşıyorsun galiba.

Behzat: Hee.

Savcı Esra: Ben sana diyorum ki adamlar gelip seni alacak, gideceksin. Bu işin sonu yok! Belki senelerce tutuklu kalacaksın, ne zaman döneceğin belli değil, senin umurunda değil. Ağladım… Çünkü seninle konuşamadım. Ağladım, çünkü sen beni görmüyorsun. Ve ben seni seviyorum.

Behzat: Ama ben bunu bilmiyordum.

Savcı Esra: Bilmiyorsun… Tabi nereden bileceksin. Sen ancak birisi öldüğünde duygusal yaklaşıyorsun. Senin duygu radarına girmek için illa ölmek mi lazım Behzat?

Behzat: Yok, hayır. Yapamam ben.

Savcı Esra: Haklısın. Cesaretin olmadan ne yapacaksın ki? Hayatımda tanıdığım en korkak adamsın. Herkese meydan okuyorsun ama kendi duygularından korkuyorsun. Geçmişe saplanıp kalmışsın. En büyük felaketler senin başına gelmiş dimi? En büyük acıları sen çekmişsin, ben hiç bir b.k bilmiyorum ki. Acı nedir? Bilmem. Yalnızlık nedir? Bilmem. Dünyanın ekseni kaydı Behzat, 12 cm yerinden oynadı sen bana 1 cm bile yaklaşmadın! Saplantılısın…

Behzat: Hee, ne güzel söyledin. Saplantılıyım ben. Benden bir b.k olmaz, biz seninle hep kavga ederiz, mutsuz oluruz biz seninle.

Savcı Esra: Mutsuz olalım, ne var! Biz de mutsuz oluruz. Ben seninle mutsuzluğa da varım.
no comment...

Sagol be sende olmasan arkadasssiz kalcaktim!!!




Budala olmak aşık olmanın niteliklerindendir.

(alinti dir_kim demisse guzel demis)

Mimar Sinan'ın Ay ile Günes'e emanet ettigi sır..




Osmanlı’nın büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın ve büyük aşk’ı Hürrem Sultan’ın bir kız çocuğu gelir Dünya’ya .
Efsane bir ask’ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane aşkların en temeline en masalsı olanına ithafen ismi Mihrimah konulur Mihr-ü Mah Farsça da Güneş ve Ay demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur biri Diyarbakır valisi Rüstem Paşa dırdiğeri ise saray’ın baş mimarı Mimar Sinan.
Padişah biricik kızını Rüstem paşa ile evlendirir Sinan evlidir ve 50 yaşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır.
Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır fakat o’na olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
İstanbul’un en güzel yerlerinden birine Üsküdar’a Mihrimah Sultan adına bir cami yapması istenir kendisinden.1540 yılında inşa etmeye başladığı cami’yi 1548 yılında tamamlar.Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve eserine sanki “eteklerini giymiş bir kadın” siluetini verir ayrıca cami için mimari olarak esinlendiği örnek aldığı yer ise bir başka aşka kutsal bir aşka adanmış bir şaheserdir ; Ayasofya.
Bahsi geçen bu cami 2 Minareli olup padişah fermanı ile yaptırılan bir eserdir ama Sinan’ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa padişah fermanı olmaksızın Edirnekapı da surların yakınına pek kimsenin ilgilenmediği ıssız yalnız ama İstanbul’ un en yüksek tepesi olan bir yere sanki aşkının gizliıssız ve yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü haykırmak istermişcesine ikinci bir eser yapmaya koyulur.
Mihrimah Sultan’a ithafen.
Derler ki; cami Mihrimah sultanın o duru gösterişsiz ve bir o kadar asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder bu sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı. ( o tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de Mihrimah Sultan’ın o çok güzel ayak topuklarını döven upuzun saçları tasvir edilmiştir.
Ve yine denir ki Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.
Aşk‘ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki bu sırra şaşırmamak o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan Usta’nın aşk’ının vesikasıdır sanki iki caminin de yeri özenle seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette yılın sadece bir gününde ki o gün 21 Mart gece ile günün birbirinre eşit olarak kavuştuğu gün’dür daha enteresanı o gün Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur:
Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır!


Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay.
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır ...







Not: Hikaye Alıntıdır...

Hikaye biraz eksik anlatılmış...Hikayeyi bozmak istemedim..Bu yüzden bir kaç bilgide ben paylaşmak isterim.


Mihrimah sultan aynı zamanda hùrremın kızıdır ve evlendigi 'Rüstem Pasa' da kayda gecen ılk rùşvetci paşadır...
'Moskof Cariye' romanında okumuştum...(Hürrem Sultan'ın hikayesi) romanda hikaye böyle anlatıyordu yalnız hikayenin şu kısmı doğru değil..Mimar sinan evlenme girişiminde bulunmamış hatta aşkını itiraf dahi edememiş içinde yaşamış ve sanatına yansıtmıştır...


Ayrıca daha önce gezmiş olsamda İnternet'in getirilerinden faydalanarak kendimi Mihrimah Sultan Camii'nde hissettim...
SanaL Turdan faydalanmak isterseniz http://www.3dmekanlar.com/tr/uskudar-mihrimah-sultan-camii.html

27 Aralık 2011 Salı

Neyin Pesindesin_deyim

Neyin pesindeyim... Cok komik dimi boyle bi soru ile seven bir sevgiliye karsilik veriyo olmak... Gecenin bi yarisi sabaha kadar mesajlarinla beni ararken sen neyin pesindeysen bende onun pesindeyim iste!!!

O kadar dengesizzin ki!!!

Delinin tekisin hic beni anlamak istemiyosun... burnununun dikine gidiyosun...Iyi yapiyosun devam et boyle mutlu olursun...aslinda bok mutlu olursun...
cunku kimse seni benim seni sevdigim gibi sevmeyecek...zamanla anlayacaksin, cevrendeki vampir kizlari gorunce anlayacaksin degerimi...

Neye uzuluyorum biliyomusun keske bende sana ait somut bir seyin olsaydi... Sen olmayinca onu oper ona sarilirdim...

23 Aralık 2011 Cuma

Ruh Vampirleri :)

En sevdigim yazardan alinti...

Gazete okurken kose yazilarini mutlaka okurum tabiki bir kac garip insan haricindekileri... Ayse Armani cok severim gecen nette gezerken bi yazisina rastladim... demekki ogun ayse arma nokumamisim :)...
baslik bile cok guzeldi RUH VAMPIRLERI...

RUH VAMPIRLERI
iki tip ruh vampiri var 1-)Kendi kendisinin ruh vampiri olanlar. Hani o giden hayatinin icine tukurenler,kendi hayatini sabote edenler. 2-) Bazaende iliskide oldugu insan senin ruh vampirindir. Mesela slote machine relationship dedigim iliski bicimi var. Kavonozun ici para doludur, atmaya baslarsin hepsini yutar makine. Tam cokus yasadin anda, uc tane geri verir ama o zamana kadar 20 tane yutmustur. Ouc taneyi veirkende isiklar yanar, sesler cikar, cok seyaliyorum zannedersin, yine umutlanirsin, atmaya devam edersin. Ruh vampirligi boyle birsey iste.

Ozguvenlerinde ciddi problemleri vardir ama hic oyle gorunmezler, etraflarinda surekli hazirda bekleyen insanlar isterler. Yeterki onlari efsanelestirecek birileri olsun. Bu insanlar aslinda cok yalnizdir.
--------------

Iste budur demek istiyorum...mikkemmelll bir kadin bu ya...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Hayat Ve Anlami...

Gecen gun ayse armanin bir yazisini okudum ve cok begendim. Ofiste kizlara nalatttim onlarinda yuzunde bir gulumseme yaratti bu yazi. Sain sefim gulcin yazar bir arkadasinin olen esinden sonra yazmis oldugu satirlarin linkini gonderdi... Okudum ve cok etkilendim. Aslinda unlu bir kose yazari Onceden Radikalde yaziyormus, adi Kaan Sezyum.


>>>>>>>>>
Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde

Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti… Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.

‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor.

Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.

Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.

Zaha Hadit Kimdir?


Zaha Hadid Iran asilli unlu mimar, kendisi dunyaya nam salmis bir mimar ama ben 2 yil once ogrendim kim oldugunu bua benim ayibim :). Biraz arastirdim ve yazdim... zAhA kimdir? diye.


1.Zaha Hadid tasarladığı yapılarla modern mimarinin fernomen isimlerinden biri oldu. Edebiyat Nobeli’yle eşit görülen Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanan ilk ve tek kadın mimar oldu. Üstelik Pritzker’i kazandığında dünya çapında adını duyuran Hadid’in projelerinin çok azı hayata geçirilmişti.

2.1950 yılında Bağdat’ta dünyaya gelen Zaha Hadid Irak asıllı bir İngiliz. Eğitimine Beyrut’ta matematik alanında başlayan Hadid, daha sonra Londra’daki Architectural Association’da mimarlık eğitimi almış. Profesyonel hayatında Office of Metropalitan Architecture’da Rem Koolhaas ile ortak çalışarak başlamış.


3.Mimarlık dünyasının fütürist Şehrazad’ı Hadid’e her ne kadar otoriter, huysuz ve antipatik gibi sıfatlar yakıştırılsa da, geniş kitlelerin hayranlık duyduğu projeleri kıskançlıkla takip ediliyor. Her zaman ona eşlik eden ortağı Patrick Schumacher de en az onun kadar etkileyici bir karizmaya sahip. Kadınların pek sevilmediği, zalim mimarlık dünyasında Zaha Hadid çarpıcı zekası, ödüllerle taçlandırılan projeleri, benzersiz kariyeri ve yarattığı yenilikçitasarımlarla kendini ispatladı.

4.Mimar, köşeli düzenlemelerle yaratılan her türlü fikri dışlıyor. Onun tasarımlarında akışkan ve organik formlar, yuvarlak hatlarla yaratılıyor. Projeleri diyoganaller, sarkıtlari kıvrımlar ve katmanlarla hayat buluyor. Çalışmalarında mimarlık, sanat ve tasarımı kesiştiren mimar, bize yeni yaşam biçimlerine dair hayaller kurduruyor ve daha kaliteli bir yaşama sahip olmabileceğimize inandırıyor.


5.Zaha Hadid’in taslak çizimleri nekadar bilimkurgu çizgi romanlarını andırsa da onun projeleri gerçekten geleceği betimliyor. Bunu tecrübe ederek anlayabilmek için, Madrid’de her katı farklı bir tasarımcı ve mimarların elinden çıkan Hotel Puerta America’nın Zaha Hadid katında bir gece geçirmeniz yeterli. Sınırları ortadan kaldıran akışkan yüzeylerle tasarlanan odalarla, duvarlar, tavanlar, yatak, koltuk ve çalışma masası birbiriyle bütünleşiyor.


6.Hadid, David Gill Galleries ve Establishe&Sons markaları için limitli sayılarda üretilen masa ve kanepeler tasarlamış. Tasarladığı mobilyalar modüler olarak bir araya geldiklerinde bir bürünlük oluşturuyor. Mimar, aynı zamanda Sawaya&Moroni için de tasarımlar hazırlıyor.



7.Ona mimarlık hayatında ilk şans veren Vitra’nın patronu Rolf Fehlbaum oldu. Vitra’nın Almanya’da Weil-am-Rhein bölgesinde konumlanan İftaiye Merkezi onun ilk bina projesiydi (1993). Vitra’nın mobilya tasarım ve üretim merkezi olarak planlanan bina bir süre itfaiye binası olarak kullanıldı. Binada itfaiye araçları için yeterli alan olmaması nedeniyle bugün Vitra tarafından kalıcı sergi alanı olarak kullanılıyor.


8.Çok farklı bir aileden gelen Hadid, sfenksleri andıran çehresi, doğulu bakışlarıyla karizmasını her daim koruyor. Kocaman mücevherler takan, gösterişi seven mimar ipekli kumaşlara bayılıyor. Siyahtan vazgeçmeyen Hadid, asimetrik kesimleri çok seviyor ve Issey Miyake tasarımlarına hayranlık duyuyor. İlginç tasarımlara sahip stilettoların da koleksiyonunu yapıyor.




9.Onun tasarladığı ürünler sakız gibi. Asla düz çizgilere sahip değiller. Dekonstrüktivizmden yola çıkarak yaratıyorlar. Yani Hadid, var olan tasarımları parçalara bölerek, bu parçaların kendi aralarında ve kendileriyle olan ilişkilerini analiz ederek diyalektik bir çağrışımla yeniden yaratılıyor.
10.Zaha Hadid 2010′da tamamlanması planlanan son projesi XXI. Yüzyıl Sanat Müzesi Roma’da hayata geçiriliyor. Londra 2012 Olimpiyatları için de London Aquatic Center projesini hazırlıyor.

Zaha Projesi Haydar Aliyev Kultur Merkezi







Iste buda Haydar Aliyev Kultur merkezi, bitince cok guzel olacak... Su an santiyenin 4. yili bu yil mayis ayinda acilis yapilmasi bekleniyor eurovision a yetissin isteniyor fakat bitmesi imkansiz...


Tam Kisin ortasindayiz baku o kadar ruzgarli ki is yapmak cok guc... Neyse azcik prjeden bahsedeyim,


Proje bir "Zaha Hadid" projesi. Eserleri günümüz teknolojisinin el verdiği ölçüde hayata gecirilirken zorluk cekiliyor. Projede 2 boyutlu hicbir yapi elemani insa edilmiyor. 3 aydir bu projedeyim henuz duz egrisel gitmeyen bir duvarina rastlayamadim :)))Zaten bu nedenle Bakü'de halen inşaat halinde.




Haydar Aliyev Kültür Merkezi Projesi tamamlandığında çağın en önemli projelerinden biri olacak eminim. Ayrica Yapı, Azerbeycan'ın lideri Haydar Aliyev'in adını taşıması nedeniyle yerel otoriteler ve halk tarafından da özel ilgi görüyor, heyecanla bekleniyor. Bu ilginin bir diğer nedeni ise şehir genelindeki binalardan farklı, yepyeni bir mimari anlayışa sahip olması. Rüzgarların şehri Bakü, birçok kültürün eserlerini sergiliyor sokaklarında... Bir tarafta 12-15 yy arasında Şirvanşahlar dönemine ait tarihi dokuya sahip İçeri Şehir, bir tarafta 2. Dünya Savaşı zamanında Alman esirler tarafından yapılmış uzun konut blokları, diğer tarafta Rus esareti döneminde yapılan opera binaları, kiliseler... Ve şimdi de içinde bulunduğumuz yüzyılın da ötesine geçmek istercesine tasarlanmış hi-tech binalar.


Buyuk degil ama tarihin ve gunumuz teknolojisinin insaalari ile guzellesmis ve suslenmis bir sehir.







Bu oditoryum cok guzel icinde gezmek buyuk zevk. Tek sevemedigim sey lacivert koltuklari.




Asagidaki hali su an mevcut durumu gosteriyor. Projenin 4. yili umarim kisa surede biter. Cok emek harcniyor Dizayn ofiste cok mimar emek veriyor bu proje icin Selda ve Gulcin basta olmak uzere cok mimar gelmis gecmis ama onlar en basindan beri projenin basindalar. Tanimadigim butun arkadslarin eline saglik. cok insanin gelip gectigini biliyorum team de bi suru insan kendi adina dosya acmis :). Hepsinin calismalarida halen duruyor. Bende actim benim adimda geciyo aslinda cok yeniyim bu projede. Su an dizayn ofiste Selda ve Gulcin basta olmak uzere;Ben, Zeynep, Gamze, Zuhal, Celal ve Mehmet var. Dizayn disinda saha grubu da var onlarin emegi daha cok.


Umarim biran once biterde bizde ziyarete geliriz :)