19 Aralık 2011 Pazartesi

Hayat Ve Anlami...

Gecen gun ayse armanin bir yazisini okudum ve cok begendim. Ofiste kizlara nalatttim onlarinda yuzunde bir gulumseme yaratti bu yazi. Sain sefim gulcin yazar bir arkadasinin olen esinden sonra yazmis oldugu satirlarin linkini gonderdi... Okudum ve cok etkilendim. Aslinda unlu bir kose yazari Onceden Radikalde yaziyormus, adi Kaan Sezyum.


>>>>>>>>>
Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde

Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti… Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.

‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor.

Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.

Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.

Zaha Hadit Kimdir?


Zaha Hadid Iran asilli unlu mimar, kendisi dunyaya nam salmis bir mimar ama ben 2 yil once ogrendim kim oldugunu bua benim ayibim :). Biraz arastirdim ve yazdim... zAhA kimdir? diye.


1.Zaha Hadid tasarladığı yapılarla modern mimarinin fernomen isimlerinden biri oldu. Edebiyat Nobeli’yle eşit görülen Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanan ilk ve tek kadın mimar oldu. Üstelik Pritzker’i kazandığında dünya çapında adını duyuran Hadid’in projelerinin çok azı hayata geçirilmişti.

2.1950 yılında Bağdat’ta dünyaya gelen Zaha Hadid Irak asıllı bir İngiliz. Eğitimine Beyrut’ta matematik alanında başlayan Hadid, daha sonra Londra’daki Architectural Association’da mimarlık eğitimi almış. Profesyonel hayatında Office of Metropalitan Architecture’da Rem Koolhaas ile ortak çalışarak başlamış.


3.Mimarlık dünyasının fütürist Şehrazad’ı Hadid’e her ne kadar otoriter, huysuz ve antipatik gibi sıfatlar yakıştırılsa da, geniş kitlelerin hayranlık duyduğu projeleri kıskançlıkla takip ediliyor. Her zaman ona eşlik eden ortağı Patrick Schumacher de en az onun kadar etkileyici bir karizmaya sahip. Kadınların pek sevilmediği, zalim mimarlık dünyasında Zaha Hadid çarpıcı zekası, ödüllerle taçlandırılan projeleri, benzersiz kariyeri ve yarattığı yenilikçitasarımlarla kendini ispatladı.

4.Mimar, köşeli düzenlemelerle yaratılan her türlü fikri dışlıyor. Onun tasarımlarında akışkan ve organik formlar, yuvarlak hatlarla yaratılıyor. Projeleri diyoganaller, sarkıtlari kıvrımlar ve katmanlarla hayat buluyor. Çalışmalarında mimarlık, sanat ve tasarımı kesiştiren mimar, bize yeni yaşam biçimlerine dair hayaller kurduruyor ve daha kaliteli bir yaşama sahip olmabileceğimize inandırıyor.


5.Zaha Hadid’in taslak çizimleri nekadar bilimkurgu çizgi romanlarını andırsa da onun projeleri gerçekten geleceği betimliyor. Bunu tecrübe ederek anlayabilmek için, Madrid’de her katı farklı bir tasarımcı ve mimarların elinden çıkan Hotel Puerta America’nın Zaha Hadid katında bir gece geçirmeniz yeterli. Sınırları ortadan kaldıran akışkan yüzeylerle tasarlanan odalarla, duvarlar, tavanlar, yatak, koltuk ve çalışma masası birbiriyle bütünleşiyor.


6.Hadid, David Gill Galleries ve Establishe&Sons markaları için limitli sayılarda üretilen masa ve kanepeler tasarlamış. Tasarladığı mobilyalar modüler olarak bir araya geldiklerinde bir bürünlük oluşturuyor. Mimar, aynı zamanda Sawaya&Moroni için de tasarımlar hazırlıyor.



7.Ona mimarlık hayatında ilk şans veren Vitra’nın patronu Rolf Fehlbaum oldu. Vitra’nın Almanya’da Weil-am-Rhein bölgesinde konumlanan İftaiye Merkezi onun ilk bina projesiydi (1993). Vitra’nın mobilya tasarım ve üretim merkezi olarak planlanan bina bir süre itfaiye binası olarak kullanıldı. Binada itfaiye araçları için yeterli alan olmaması nedeniyle bugün Vitra tarafından kalıcı sergi alanı olarak kullanılıyor.


8.Çok farklı bir aileden gelen Hadid, sfenksleri andıran çehresi, doğulu bakışlarıyla karizmasını her daim koruyor. Kocaman mücevherler takan, gösterişi seven mimar ipekli kumaşlara bayılıyor. Siyahtan vazgeçmeyen Hadid, asimetrik kesimleri çok seviyor ve Issey Miyake tasarımlarına hayranlık duyuyor. İlginç tasarımlara sahip stilettoların da koleksiyonunu yapıyor.




9.Onun tasarladığı ürünler sakız gibi. Asla düz çizgilere sahip değiller. Dekonstrüktivizmden yola çıkarak yaratıyorlar. Yani Hadid, var olan tasarımları parçalara bölerek, bu parçaların kendi aralarında ve kendileriyle olan ilişkilerini analiz ederek diyalektik bir çağrışımla yeniden yaratılıyor.
10.Zaha Hadid 2010′da tamamlanması planlanan son projesi XXI. Yüzyıl Sanat Müzesi Roma’da hayata geçiriliyor. Londra 2012 Olimpiyatları için de London Aquatic Center projesini hazırlıyor.

Zaha Projesi Haydar Aliyev Kultur Merkezi







Iste buda Haydar Aliyev Kultur merkezi, bitince cok guzel olacak... Su an santiyenin 4. yili bu yil mayis ayinda acilis yapilmasi bekleniyor eurovision a yetissin isteniyor fakat bitmesi imkansiz...


Tam Kisin ortasindayiz baku o kadar ruzgarli ki is yapmak cok guc... Neyse azcik prjeden bahsedeyim,


Proje bir "Zaha Hadid" projesi. Eserleri günümüz teknolojisinin el verdiği ölçüde hayata gecirilirken zorluk cekiliyor. Projede 2 boyutlu hicbir yapi elemani insa edilmiyor. 3 aydir bu projedeyim henuz duz egrisel gitmeyen bir duvarina rastlayamadim :)))Zaten bu nedenle Bakü'de halen inşaat halinde.




Haydar Aliyev Kültür Merkezi Projesi tamamlandığında çağın en önemli projelerinden biri olacak eminim. Ayrica Yapı, Azerbeycan'ın lideri Haydar Aliyev'in adını taşıması nedeniyle yerel otoriteler ve halk tarafından da özel ilgi görüyor, heyecanla bekleniyor. Bu ilginin bir diğer nedeni ise şehir genelindeki binalardan farklı, yepyeni bir mimari anlayışa sahip olması. Rüzgarların şehri Bakü, birçok kültürün eserlerini sergiliyor sokaklarında... Bir tarafta 12-15 yy arasında Şirvanşahlar dönemine ait tarihi dokuya sahip İçeri Şehir, bir tarafta 2. Dünya Savaşı zamanında Alman esirler tarafından yapılmış uzun konut blokları, diğer tarafta Rus esareti döneminde yapılan opera binaları, kiliseler... Ve şimdi de içinde bulunduğumuz yüzyılın da ötesine geçmek istercesine tasarlanmış hi-tech binalar.


Buyuk degil ama tarihin ve gunumuz teknolojisinin insaalari ile guzellesmis ve suslenmis bir sehir.







Bu oditoryum cok guzel icinde gezmek buyuk zevk. Tek sevemedigim sey lacivert koltuklari.




Asagidaki hali su an mevcut durumu gosteriyor. Projenin 4. yili umarim kisa surede biter. Cok emek harcniyor Dizayn ofiste cok mimar emek veriyor bu proje icin Selda ve Gulcin basta olmak uzere cok mimar gelmis gecmis ama onlar en basindan beri projenin basindalar. Tanimadigim butun arkadslarin eline saglik. cok insanin gelip gectigini biliyorum team de bi suru insan kendi adina dosya acmis :). Hepsinin calismalarida halen duruyor. Bende actim benim adimda geciyo aslinda cok yeniyim bu projede. Su an dizayn ofiste Selda ve Gulcin basta olmak uzere;Ben, Zeynep, Gamze, Zuhal, Celal ve Mehmet var. Dizayn disinda saha grubu da var onlarin emegi daha cok.


Umarim biran once biterde bizde ziyarete geliriz :)